Ben Robot Değilim

Mahir YUKSEL
5 min readAug 7, 2024

--

Bütün devrimsel teknolojilerin avantajları ve dezavantajları vardır. İnternet teknolojileri söz konusu olduğunda, dijital bir altyapıyı yönetmeyle ilgili birçok endişeden biri de, web sitelerinden tutun da mobil uygulamalar da dahil olmak üzere botlar tarafından gerçekleştirilen istenmeyen erişimdir.

I’m not a robot.

İnsan olduğunuzu doğrulamak için bir onay kutusuna tıklamanızı istemek tuhaf bir şekilde basit görünüyor. Bir insanın bir makinaya karşı kendisini “Ben robot değilim” diye ispat etme çabası pek makul görünüyor. Peki bir insan, yöneticisi olan başka bir insana “Ben robot değilim!” diyebilir mi?

I am not a robot. This photo, dystopian digital scene, highlights human struggle amidst overwhelming automation and digital control. Created by Open AI.

John Searle Çin Odası Argümanında, yapay zekanın (AI) anlamaya sahip olmadığını, sadece sembollerle manipülasyon yaptığını savunur. Bir insanın “Ben robot değilim” demesi, sembolik işlemlerin ötesinde, anlamaya dayalı bir bilinç durumu içerir. Bu da bir insanın, robotlardan farklı olarak, anlam ve bilinç taşıyan bir varlık olduğunu ifade eder.

Martin Heidegger ise varoluşu ve “var olma”yı derinlemesine inceler. Heidegger’e göre insan, kendisi ve dünya ile ilişkili bir varlıktır.Ben robot değilim” ifadesi, insanın bu ilişkiselliği ve kendini fark etme kapasitesini ortaya koyar. Robotlar ise bu tür bir varoluşsal farkındalığa sahip değildirler.

Thomas Nagel ise “Bir Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?” makalesinde, bilinçli deneyimin öznelliğini vurgular. İnsan olmanın deneyimi, sadece dışsal davranışlarla değil, içsel deneyimlerle de tanımlanır. “Ben robot değilim” demek, bu içsel deneyimlerin ve öznelliğin bir ifadesidir; robotlar ise böyle bir öznelliğe sahip olamazlar.

Bütün bu felsefi çıkarımların eşiğinde “Ben robot değilim” yüzeyde basit bir doğrulama yöntemi gibi görünse de, altında derin felsefi ve ontolojik soruları barındırıyor. Bu ifade, insan bilincinin, varoluşunun ve anlam yaratma kapasitesinin bir sembolüdür.

Fiziksel ofis ortamında çalışma, sabit çalışma saatleri ve hiyerarşik yapının daha yaygın olduğu, tarihsel gelişimi itibariyle Baby Boomers ve X Kuşağı, daha geleneksel iş yapış biçimlerine bağlıdır. Aynı zamanda bu kuşaklar, iş güvencesi ve uzun vadeli kariyer hedeflerine daha çok önem verir. Bir şirkette uzun süre çalışmayı ve kariyerlerini o şirkette geliştirmeyi tercih ederler.

Önceki kuşaklar için maaş ve iş güvencesi daha önemli bir motivasyon kaynağıdır ve ekonomik güvence her zaman daha ön plandadır.

Peki gelenekselcilik, iş güvencesi ve kariyer sadakati olan bu insanlar, şartlar her ne kadar ağır olursa olsun; yöneticilerine, patronlarına ya da kendi kendilerine bile “Ben robot değilim” diyebilirler mi ? Bu riski alabilirler mi ?

Evet, odada bir fil var ve bu fili hepimiz tanımak zorundayız!

The image shows a modern office with employees engaged in their daily tasks, seemingly ignoring the large elephant standing prominently in the middle, highlighting the absurdity of overlooking such a significant issue.

Günümüzde iş ve yaşam arasındaki denge neredeyse tamamen yok olmuş durumda. Yaşam maliyetlerinin hızla artması nedeniyle, insanlar daha küçük yaşam alanlarını korumak için sürekli olarak daha büyük ölçekte çalışmak zorunda kalıyorlar. Bu durum, genel bir memnuniyetsizliğe yol açıyor.

Bu noktada, herkesin mutluluk seviyesinin düşük olduğunu anlıyorum. Ancak, dürüst olmak gerekirse, hepimiz aynı durumdayız ve şikayetlerimizi paylaşabileceğimiz başka kimse de yok.

Geçmiş kuşakların bağlılıkları ve bağımlılıkları ile yeni kuşak (Z) arasındaki davranışsal boşlukların sebebi de burada yatıyor. Odadaki filin konusu ise, Boomers kuşağı “modern” çalışma sistemini kurdu, X kuşağı buna isyan etti, Y kuşağı halihazırda sınırda isyan ediyor ama Z kuşağı bunu tamamen yabancı olarak görüyor. Kısacası Boomers’ların ve X’lerin yarattığı iş kültürü artık kabul görmüyor.

İş kültürü bir sihir ya da gizem değil. Yani yöneticinizi veya tüm bir organizasyonu çamaşır suyu ile yıkayarak veya yeni bir boyayla boyarak zihinsel bir değişim yaratamazsınız.

Aslında bu çıkarımları yaparken Boomers’lar , X’ler Y’ler veya Z’ler olarak kuşaklar arasındaki farklılıkları basit bir seviyeye de indirgeme peşinde değilim. Kuşak dinamiklerine pek inanan biri değilim.

Eskilerin “Yalan Rüzgarı ne diziydi’ , “Hababam Sınıfı ne eğlenceli filmdi” veya “Bizim zamanımızda bayram günleri muhakkak mezarlıklar ziyaret edilirdi” endişeleri çok makul olmakla birlikte, nesilleri tanımlayan bazı belirgin mihenk taşları var: Referanslar, trendler ve özellikle de teknik gelişmeler.

Ben bilgisayar kuşağı, internet kuşağı, mobil kuşak ve sosyal kuşak olarak konuyu anlamaya daha fazla meyillim, çünkü bu etiketlerin bireysel davranış ve grup davranışı ve dinamikleri üzerinde yaş gibi biraz keyfi bir dönüm noktasından daha fazla etkisi var.

Z kuşağından önce gelen her nesil, bir iş gücünün bir parçası olduğunda, onlara yapacakları gerçek bir iş verildi ve bu işlerin bir anlamı vardı. Aslında çok da uçup kaçmanıza gerek yoktu, sadece verilen işleri zamanında yapmanız yeterliydi!

X kuşağı interneti icat etmedi ama bütün dünya onunla birlikte çalışarak onu hiçbir işletmenin ve nihayetinde hiçbir insanın onsuz yaşayamayacağı bir şey haline getirdi.

Pardon!

Ancak o zaman bile teknik evrimin bir bölünme yaratmaya başladığını herkes gördü. Bir yönetici düşünün, geçmişten getirdikleri ile yalın ayaklarla yürümeyi tercih ediyor ve Teknolojiyle çalışmak için bize ihtiyaç duyuyor çünkü teknolojiyi gerçekten anlamıyor. Ama onlar için sakın üzülmeyin, bir şeyler inşa etmek ve işleri yürütmek için bu teknolojiden nasıl yararlanılacağına onlar karar verdi. Onu öğrenmemeyi ve kullanmamayı da onlar seçti. Hâlâ da öyle.

Ve sonra, bize verdikleri ve iş olduğunu zannettikleri şeylerin bize “iş gibi” hissettirmediğinde, ki bu zamanımızın %50'si kadarına tekabül eder. Yine bize geldiler ve “Sıkıldığınızı ve tatmin olmadığınızı biliyorum, birlikte yeni şeyler yapacağız ve işte sana yeni bir proje, yeni bir politika, yeni bir strateji ya da yeni aldığımız bir karar.” dediler.

Aslında tam olarak öyle demediler. O kadar da vizyoner değillerdi. Ama işte o zaman iş günlerimiz gerçekçi olmayan hedefler ve bizi meşgul eden ama hiçbir şey başarmamıza izin vermeyen diğer boş şeylerle dolmaya başladı. Sonra da size “performansını beğenmiyorum” veya “zam döneminde bunu bir gösterge olarak kullanacağız” demiş bile olabilirler.

Here is the realistic image depicting a highly talented office worker who is frustrated and tired of their bad, old-generation manager.

Eski nesil yöneticiler için artık iş dediğimiz şey sadece politikalar, stratejiler ve ilerleme raporlarından ibaret. İş, onlar için kelimenin tam anlamıyla noktaları birleştirmek, sunum hazırlamak ve mailleri kontrol edip zamanında cevap vermektir.

Bunun böyle olmadığı tek yer, teknoloji girişimleri. İşte bu yüzden pek çok genç insan (kuşak demeye gerek görmüyorum) girişimci olmak istiyor!

Böylece saçma sapan politikalara, koltuğuna saplanmış insanların yönettiği ofis kültürüne, şirket kültürüne, teknoloji kültürüne, işlere, kariyerlere, kapitalizme, demokrasiye karşı olarak ortaya çıkıyor ve sonra kendi anarşinizi (anarşi kelimesini tercih etmeyenler ıslahat da diyebilirsiniz) elde ediyorsunuz.

Nihayetinde yenilikçi kuşak katılım değil, tatmin istiyor. Gösteriş için yapılan işlerin ardını görebiliyor çünkü temel amaç gösteriş.

Yönetici değil lider istiyorlar!

Bu arada, yapay zekanın zaten onları gereksiz hale getireceğine olan inancım tam. Yazıhanesinde hesap makinasıyla fiş kesen esnaf gibi onlar da dijitalleşmeye, akılcılığa ve rasyonalizme yenik düşecekler.

--

--

No responses yet