Karanlığın Aydınlık Yüzü

Mahir YUKSEL
4 min readJan 26, 2020

--

Einstein genel görelilik teorisini Evren’e uyguladığı zaman uzayın sabit olamayacağını, genişleyeceğini ya da çökeceğini öngördü. Bu da daha sonra astronom Hubble’ın gözlemleriyle büyük patlama teorisini doğurdu; ama Einstein sabit evren görüşünden yana olan bir fizikçiydi. Bu nedenle Evren’in genişlemeden ve büzülmeden ilelebet sabit olmasını sağlayan bir enerjiden bahsediyordu. Buna da kozmolojik sabit ismini vermişti. Sonra Evren’in genişlediği ortaya çıktı ve Einstein ömrünün sonunda kadar kozmolojik sabitten hayatımın en büyük yanılgısı diye bahsetti.

1995 yılında, özellikle de fizikçi Lawrence Krauss’un çabalarıyla ve ölümünden 40 yıl sonra Einstein’ın haklı olduğunu zaman bize öğretti. Kozmolojik sabit vardı ve buna Evren’in genişlemesinden sorumlu olan karanlık enerji dedik.

Karanlık enerji boşluğun enerjisidir evren genişledikçe galaksilerin arasındaki boşluk artıyor. Bu yüzden karanlık enerjinin miktarı da artıyor. Karanlık enerjinin şiddeti sabit ve buna kozmolojik sabit diyoruz. Ancak karanlık enerjinin maddeye göre oranı gittikçe artıyor.

Karanlık evreni ele geçirmeye devam ediyor. Dünyamız için de bu durumun tersini iddia edecek olan var mı ? Evrendeki karanlığın adı dünyamızda cehaletin ta kendisi. Zira cehalet karanlığın yol arkadaşı…

İnsana özgü kemâl ve yetkinlik her şeyden önce bilgiye dayanmaktadır. İbn-i Sinanın insanı “ebedî bir helâk”e götürebilecek ‘cehâlet hastalığı’na karşı kapsamlı bir ‘şifa’ teklifi bulunmaktadır. Özellikle mantığa dair kaleme aldığı muhtelif eserlerinde cehâlet konusunu özgün bir biçimde inceleyip tartışan İbn Sînâ, Kitâbü’ş‐Şifâ’nın el‐Burhân (İkinci Analitikler) kısmında cehâleti, Platon (ö. ykl. 347 M.Ö.) gibi ruhsal/psişik bir hastalık (maradun nefsâniyyün)” olarak tanımlamaktadır.

İbn-i Sinaya göre iki temel cehalet bulunuyor bunlardan biri basit cehalet diğeri ise mürekkep cehalet. İbn-i Sinadan asırlar önce yaşamış olan Platon da, Yasalar (Nomoi) adlı eserinin IX. Kitap’ında iki tür cehâletten söz eder. Bunlardan “biri, küçük yanılgıların nedeni saydığı “yalın” bilgisizlik; öteki de, “çifte” bilgisizlik; örneğin, insanın bilgisizliğinden ötürü bilmemekle kalmayıp, kesinlikle bilmediği konularda derin bilgi sahibi olduğu düşüncesiyle kendini bilge sanması. Çevremiz böyle insanlarla dolu değil mi ?

Cahil insan bir şeyi talep edemez. Zira bir şeyi talep etmek, ancak şu ya da bu şekilde bir bilgisizlik durumu mevcutsa kendini gösterir yani ön koşul olarak bilmediğini bilmek gerekir. Bunu bilen insanlar ise zaten dünyanın gidişatına yön vermeye başlayan bazen aşikar bazen de gizli kahramanlardır. Bu nedenle bilim ve bilimsel düşünce çok önemlidir.

Bilim dediğimiz şey ise birikimsel bir şeydir bunu bilen Armstrong ay’a ilk adımını atarken Bir insan için küçük bir adım; ama insanlık için dev bir sıçrama diyor. Doğanın tam anlayamadığımız bir çok yönü var. Einstein dediği gibi bilim gerçeklerle kıyaslandığında ilkel ve yetersiz görünebilir; ama gene de insanlık olarak sahip olduğumuz en değerli nesnedir.

Cahit Arf ise bilimin amacını daha çok anlamak, daha derinlemesine anlamak olarak yorumlamaktadır. İnsanlığın ortak hazinesi olan bilim herkese açıktır. Bugün yaşamımızın her alanında hemen her an etkisi olan bilimi, bilimsel düşünceyi ve bunların değerini anlamaya çalışmamız bence uygar ve çağdaş olmanın bir gereğidir.

Cehaletin sebebi olarak dış faktörleri suçlayan ve yargılayan kitlelere yönelik en makul örnek Carl Sagan’dır.

Sagan’a göre eğitim sistemini eleştirmek herkesin yapabileceği bir şeydir fakat Carl Sagan “Sizlere mesleğimi seçmemde esin kaynağı olmuş öğretmenlerimi anlatabilmek isterdim. Ne var ki geriye dönüp baktığımda böyle hiçbir öğretmenimin olmadığını görüyorum.” der. Bilime olan ilgim, okul yıllarım boyunca okuduğum bilim ve bilimkurguya ilişkin kitaplar ve dergilerdir. diyor. Yani iş yine kişinin kendisinde bitiyor…

Bu bilgiler ışığında hevesli bir siber güvenlik araştırmacısının, tüm mesleki bilgilerinin yanı sıra Platon’u , Marx’ı, Freud’u, Kissinger’i ve diğerlerini bilmemesi düşünülemez. Ptolemaios’un güneşin dünyanın etrafında döndüğüne dair kuramını dinlerseniz Copernicus’a olan bağlılığınızı sorgulayabilirsiniz. İnsanların bildikleri ve öğrendikleri şeyin bir çoğu hatalı öğretilerle doludur. Oysa ki gerçek bilim de en az hatalı öğretilerle aynı düzeyde heyecan verici, gizemli ve üstelik çok daha mantıklı düşünsel başkaldırılar ile doludur.

*4 milyon yaşındaki volkanik külün içinde bulunmuş, atalarımıza ait ayak izlerinden haberiniz var mı ?

Maalesef kültürel motiflerimiz, eğitim sistemimiz, medyamız bizi bu hale getirdi. Toplum sahte ve yanıltıcı olan herseyi alıp kabul etmeye alışmış bir toplumdur. Akıl sağlığımızı korumak için popüler kültürün bize sunduğu herseye kuşkuyla bakmamız gerekiyor. Ne var ki popüler kültürde, iyi bilimin kötü taklidi tarafından alt edilmesine yol açan bir tür Gresham Yasası varlığını sürdürüyor.

Her kuşak kendinden sonraki kuşakta eğitim standartının düşmesinden endişe ediyor. Sümer uygarlığından kalma, insanlık tarihindeki en eski metinlerden biri sayılan 4000 yıllık kısa bir deneme, gençlerin bir önceki kuşağa kıyasla çok cahil olmasından şikayet ediyor.

O halde büyük filozof Immanuel Kant’ın asırlar aşan şu sözlerine kulak verelim;

Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu cahillik durumundan kurtulmasıdır. Bu cahillik durumu ise insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu cahilliğe insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır:

Aydınlanmanın şiarı : Sapere Aude ! Kendi aklını kullanma cesaretini göster !

--

--